Dokunmanın Gücü ( Yaşanmış bir hikayedir.)
Britanya’da dünyaya gelen ikizlerin inanilmaz hikayesi;
Doktorlarin aralarinda birinin yaşama şansı olmadiğına karar vermesiyle başladı. İkizler önce ayri ayri kuvözlere konduldu. Ancak ayni hastanedeki ”Kural Tanimaz” bir hemşire, iki kardeşi ayni kuvöze koydu.
Saglikli olan bebek iç güdüsel bir şekilde ölümü bekleyen kardeşine sarildi. Bu sarilişin etkisiyle hayatindan ümit kesilen kardeşin kalp atişlari ve vücut ısısı normale döndü.
Britanya’ da minik bir bebek yaşamaz denilen ikizine sarilarak hayat fonksiyonlarinin düzelmesini sağladı.
Sizlerinde sevdiklerinize bol bol sarilmayi unutmamaniz dileklerimle.. Belki o sicak sarilma birini gercek anlamda hayata döndürmenizi saglamaz ama hiç değilse mutlu eder, bir umut doğar içinde.
ANNE YÜREĞİ
- "Bebeğimi görebilir miyim" dedi yeni anne.
Kucağına yumuşak bir bohça verildi ve mutlu anne, bebeğinin minik yüzünü görmek için kundağı açtı ve şaşkınlıktan adeta nutku tutuldu! Anne ve bebeğini seyreden doktor hızla arkasını dondu ve camdan bakmaya başladı. Bebeğin kulakları yoktu...
Muayenelerde, bebeğin duyma yetisinin etkilenmediği, sadece görünüşü bozan bir kulak yoksunluğu olduğu anlaşıldı.
Aradan yıllar geçti, çocuk büyüdü ve okula başladı. Bir gün okul dönüşü eve koşarak geldi ve kendisini annesinin kollarına attı.
Hıçkırıyordu...
Bu onun yaşadığı ilk büyük hayal kırıklığıydı; ağlayarak
- "Büyük bir çocuk bana ucube dedi..."
Küçük çocuk bu kadersizliğiyle büyüdü. Arkadaşları tarafından seviliyordu ve oldukça da başarılı bir öğrenciydi. Sınıf başkanı bile olabilirdi; eğer insanların arasına karışmış olsaydı. Annesi, her zaman ona
- "Genç insanların arasına karşımalısın" diyordu, ancak aynı zamanda yüreğinde derin bir acıma ve şefkat hissediyordu.
Delikanlının babası, aile doktoru ile oğlunun sorunu ile ilgili görüştü;
- "Hiçbir şey yapılamaz mı?" diye sordu.
Doktor
- "Eğer bir çift kulak bulunabilirse, organ nakli yapılabilir" dedi.
Böylece genç bir adam için kulaklarını feda edecek birisi aranmaya başlandı. İki yıl geçti bir gün babası
- "Hastaneye gidiyorsun oğlum, annen ve ben, sana kulaklarını verecek birini bulduk ancak unutma bu bir sır" dedi.
Operasyon çok başarılı geçti ve adeta yeni bir insan yaratıldı. Yeni görünümüyle psikolojisi de düzelen genç, okulda ve sosyal hayatında büyük başarılar elde etti. Daha sonra evlendi ve diplomat oldu. Yıllar geçti, bir gün babasına gidip sordu:
- "Bilmek zorundayım, bana bu kadar iyilik yapan kişi kim? Ben o insan için hiçbir şey yapamadım..."
- "Bir şey yapabileceğini sanmıyorum" dedi babası.
- "Fakat anlaşma kesin, şu anda öğrenemezsin, henüz değil..."
Bu derin sır yıllar boyunca gizlendi. Ancak bir gün açığa çıkma zamanı geldi... Hayatının en karanlık günlerinden birinde, annesinin cenazesi başında babasıyla birlikte bekliyordu. Babası yavaşça annesinin başına elini uzattı; kızıl kahverengi saçlarını eliyle geriye doğru itti; annesinin kulakları yoktu.
- "Annen hiçbir zaman saçını kestirmek zorunda kalmadığı için çok mutlu oldu" diye fısıldadı babası.
_ "...ve hiç kimse, annenin daha az güzel olduğunu düşünmedi değil mi?"
Gerçek güzellik fiziksel görünüşe bağlı değildir, ancak kalptedir!
Gerçek sevgi, yapıldığı bilinen şeyde değil, yapıldığı halde bilinmeyen şeydedir.
SEVGİ SOFRASI
Bir gün sormuşlar ermişlerden birine:
- Sevginin sadece sözünü edenlerle, onu yaşayanlar arasında ne fark vardır?
- Bakın göstereyim, demiş, ermiş.
Önce sevgiyi dilden gönüle indirememiş olanları çağırarak onlara bir sofra hazırlamış. Hepsi oturmuşlar yerlerine. Derken tabaklar içinde sıcak çorbalar gelmiş ve arkasından da "derviş kaşıkları" denilen bir metre boyunda kaşıklar.
Ermiş sofradakilere,
- “Bu kaşıkların ucundan tutup öyle yiyeceksiniz.” diye bir de şart koymuş.
- “Peki!” deyip içmeye teşebbüs etmişler. Fakat o da ne? Kaşıklar uzun geldiğinden bir türlü döküp saçmadan götüremiyorlar ağızlarına. En sonunda bakmışlar beceremiyorlar, öylece aç kalkmışlar sofradan.
Bunun üzerine, “Şimdi..” demiş ermiş:
- Sevgiyi gerçekten bilenleri çağıralım yemeğe.
Yüzleri aydınlık, gözleri sevgi ile gülümseyen ışıklı insanlar gelmiş oturmuş sofraya bu defa. “Buyrun.” denilince, her biri uzun boylu kaşığını çorbaya daldırıp, sonra karşısındaki kardeşine uzatarak içirmiş. Böylece her biri diğerini doyurmuş ve şükrederek kalkmışlar sofradan.
“İşte!” demiş ermiş ve eklemiş:
- Kim ki hayat sofrasında yalnız kendini görür ve doymayı düşünürse, o aç kalacaktır. Ve kim kardeşini düşünür de doyurursa, o da kardeşi tarafından doyurulacaktır. Şüphesiz ve şunu da unutmayın, hayat pazarında alan değil,veren kazançtadır daima.
DÜŞÜNÜN! SİZ BU SOFRADAN DOYARAK MI KALKARDINIZ YOKSA AÇ MI?
GÖNLÜNÜZDEN VE YÜZÜNÜZDEN SEVGİ EKSİK OLMASIN!
PADİŞAH VE MÜNECCİM
Padişah bir müneccim çağırmış ve;
— Söyle bakalım benim akıbetim ne olacak müneccim…
Müneccim;
— Padişahım ileride 6 çocuğunuz olacak ama hepsinin ölüsünü göreceksiniz…
Padişah irkilmiş ve “Vurun bunun kellesini!” demiş.
İkinci bir müneccim çağırmış;
— Söyle bakalım müneccim ilerde hayatımda neler olacak.
Müneccim:
—Padişahım Allah size o kadar uzun ömür verecek ki o kadar uzun yaşayacaksınız ki evlatlarınızın hiç birisi sizin ölümünüzü göremeyecek…
Padişah hizmetlileri çağırır;
- “Tez bir kese altın verile bu müneccime!” diye emir verir.
NE SÖYLEDİĞİNİZ DEĞİL NASIL SÖYLEDİĞİNİZ ÖNEMLİDİR!
Ümitsizliğe karşı sağır olun…
SAĞIR KAPLUMBAĞA
Zamanın birinde, kaplumbağalar arası bir yarış organize edilmiş. Yarışmanın kuralı: “Tepeye ilk varan kaplumbağa yarışı kazanır.” şeklindeymiş.
Vakti gelince, bir sürü kaplumbağa arkadaşlarını seyretmek için yarış yapılacak bölgeye toplanmışlar. Ve yarış başlamış.
Seyircilerden hiçbiri arkadaşlarının bu tepeye çıkabileceğine inanmıyormuş. Kimileri bu inançlarını yüksek sesle dile getirmekten kaçınmıyorlarmış. Öyle ki, yarışmacıların bazıları: Zavallılar! Hiçbir zaman başaramayacaklar!" seslerini dahi işitebiliyormuş.
Yarışmaya katılan kaplumbağalar bu tepeye ulaşamayınca teker teker yarışı bırakmaya başlamışlar. İçlerinden sadece bir tanesi inatla ve yılmaz bir gayretle tepeye tırmanmaya çalışıyormuş.
Seyircilerin sesleri yükselmeye başlamış; giderek bağıranların sesleri yarış alanında yankılanır olmuş: "...Zavallılar! Hiçbir zaman başaramayacaklar!"
Sonunda, bir tanesi hariç, diğer kaplumbağaların tümü ümitlerini, gayretlerini yitirmiş ve yarışı terk etmişler.
Ama yarışta yapayalnız kalan son kaplumbağa, büyük bir gayret ile mücadele ederek, bu tepeye çıkmayı başarmış.
Diğer yarışmacılar ve seyirciler, hayret içinde bu işi nasıl başardığını öğrenmek istemişler. Bir kaplumbağa ona yaklaşmış ve sormuş, bu işi nasıl başardın diye
O anda farkına varmışlar ki...
Bu tepeye çıkan kaplumbağa sağırmış!
Bundan sonra ise sağır kaplumbağanın çıkılmaz sanılan doruğa tırmanmayı başarmasıyla, kaplumbağalar dere tepe demeden yeryüzüne yayılmanın, sabır ve kararlılıkla yol almanın ne demek olduğunu öğrenmiş ve bunları gerçekleştirmeye cesaret bulmuşlar.
Olumsuz düşünen insanları duymayın... Onlar kalbinizdeki ümitleri çalabilirler!Duyduğunuz ve okuduğunuz kelimelerin gücünü düşünün. Bu suretle her zaman pozitif olmaya çalışmanın ilk aşamasını kaydetmiş olursunuz...
TÜRKLER NASIL YOK EDİLEBİLİR?
"Vatana ihanet suçuyla 1821 yılında idam edilen Fener Patriki Gregorios tarafından Rus Çarı Aleksandr'a yazılan mektup"
Türkleri maddeten ezmek ve yıkmak mümkün değildir.
Çünkü Türkler, sabırlı, mukavemetli(dayanıklı), mağrur(gururlu), ve izzeti-i nefisli insanlardır.
Bu hasletleri(özellikleri), dinlerine bağlılıklarından ve kadere rıza göstermelerinden, anânelerinin kuvvetinden ve âmirlerine itaat duygusundan ileri gelmektedir.
Rüyalarınızı gerçekleştiremeyeceğini söyleyenlere karşı sağır olmak, size seslenenlere saygısızlık değildir; düşünüze karşı saygınızı korumanız demektir.Bu sebeple, Türklerde evvela itaat duygusunu kırmak ve mânevî bağları koparmak, dini metanetlerini zaafa uğratmak gerekir.
Mânevîyatları sarsıldığı gün, Türkleri zaferlere götüren asıl kudretlerinden sıyıracak ve onları maddi kuvvetlerle yenmek mümkün olacaktır.
Osmanlı Devleti'ni tasfiye için mücerret(soyut, yalın, çıplak) olarak harp meydanlarındaki zaferler kâfi değildir. Yapılacak olan, Türklere bir şey hissettirmeden bu tahribi tamamlamaktır.
İNANÇ VE ÇALIŞMAK
Bir kayıkçı varmış. İşi, yolcuları kayığı ile nehrin bir tarafından diğer tarafına geçirmekmiş.
Adamın kayığının küreklerinin birinde inanç diğerinde çalışmak yazıyormuş.
Bu sözleri küreklere niçin yazdığını soranlara:
– Nehirden geçmek için her iki küreğe de ihtiyacım var. Çalışmaksızın inanç, inanç olmadan da çalışmak bir işe yaramaz.
Bunlardan birinin eksikliği tek kürekle kayığı yürütmeye çalışmak gibidir. O da kendi etrafında döner. Hedefe asla ulaşamaz.
Başarıya ulaşmak için bunların ikisine de ihtiyacımız vardır. Yoksa olduğumuz yerde döner dururuz. Hedefe bir türlü ulaşmayız. demiş.
700 YILLIK ALTIN ÖĞÜT
Aşağıda ünlü İslam Âlimi, Şeyh Edeb-Ali'nin Osman Bey'e verdiği öğütleri anlatan bir yazı. Çok hoşuma gitti. Neredeyse 700 yıl önce söylenmiş ama hiç mi hiç eskimemiş. Tüm zamanlar için geçerli.
"Oğul; insanlar vardır şafak vaktinde doğar, akşam ezanında ölürler. Avun oğlum avun. Güçlüsün, kuvvetlisin, akıllısın, kelamlısın, ama bunları nerede, nasıl kullanacağını bilemezsen sabah rüzgârında savrulur gidersin...
Öfken ve nefsin bir olup aklını yener. Daima sabırlı, sebatlı ve iradene sahip olasın.
Dünya senin gözlerinin gördüğü gibi büyük değildir. Bütün fethedilmemiş gizemler, bilinmeyenler, görülmeyenler ancak senin fazilet erdemlerinle gün ışığına çıkacaktır.
Ananı, atanı say, bereket büyüklerle beraberdir.
Bu dünyada inancını kaybedersen, yeşilken çorak olur, çöllere dönersin.
Açık sözlü ol, her sözü üstüne alma. Gördün söyleme, bildin bilme.
Sevildiğin yere sık gidip gelme, kalkar muhabbetin itibar olmaz.
Üç kişiye acı:
Cahiller arasındaki âlime,
Zenginken fakir düşene,
Hatırlı iken itibarını kaybedene
Unutma ki, yüksekte yer tutanlar, aşağıdakiler kadar emniyette değildir.
Haklı olduğunda mücadeleden korkma.
"Bilesin ki atın iyisine DORU,"
"Yiğidin iyisine DELİ derler."
DESTANLAŞAN CANAKKALE
—Eğitim alanında uzman Japon heyeti, zamanın Milli Eğitim Bakanı Vehbi Dinçerler'in de içinde bulunduğu bir heyetle Başbakan Turgut Özal'ın huzuruna çıkar ve davet üzerine geldikleri ülkemizde inceledikleri eğitimimizin gençlerimiz üzerindeki verimsiz sonuçlarını şu soğuk cümle ile ifade ederler:
—Gençlerinizde milli şuur eksiktir! Bu eğitimle gençlerinize milli şuur vermeniz de mümkün değildir.
Şok etkisi yapan bu tespitten sonra sorular arka arkaya gelir.
—Siz Japonlar gençlerinize milli şuuru nasıl veriyorsunuz, nasıl bir eğitim programı uyguluyorsunuz? Bizimkinden çok mu farklı?.
Japon heyetinin sözcüsü şu bilgiyi verir:
—Biz der, eğitime şok testler uygulayarak başlarız. Önce çocukları uçak kadar hızlı giden trenlere bindirir ve çok katlı yollardan geçiririz. En üstün teknolojiyi gösterir, robotlarla çalışan dev fabrikalarımızı gezdiririz. Bu baş döndürücü teknoloji karşısında sarsılan ve şoke olan çocuklarımıza deriz ki:
—İşte gördüğünüz bu hızlı trenleri ve üstün teknolojiyi sizin atalarınız yaptı. Eğer siz daha çok çalışırsanız daha hızlı giden ulaşım araçları yapar, daha üstün teknoloji meydana getirir, daha modern fabrikalar kurarsınız...
Sonra çocuklarımızı Hiroşima ve Nagazaki'ye götürüp düşmanın harap ettiği bölgelerimizi gezdirir ve bu defa da deriz ki:
Bakın, eğer siz birlik beraberlik içinde çalışmazsanız, işte düşmanlar sizin ülkenizi yakar, yıkar, bu hale getirirler. Ama birlik beraberlik içinde çalışırsanız, güçlü olursunuz, düşmanlarınız size saldırmaya cesaret edemezler. Artık birlik beraberlik içinde çalışmak ve çalışmamak konusunda kararınızı siz verin...
Bu örneklerle çocuklarımız kendilerine gelerek iyi ve çalışan bir Japon genci olma yolunda milli bir şuur ve heyecanla okumalarını sürdürürler..."
Japonların bu tespitlerini sundukları sırada geriden bir ses duyulur:
—İyi de bizim sizin gibi Hiroşima ve Nagazaki'miz yoktur ki… demek isterler.
Japon eğitimci hemen cevap verir:
—Sizin Hiroşima ve Nagazaki gibi yerleriniz bizimkilerden çok daha etkilidir, dedikten sonra şunları ilave eder:
—Bir metrekareye bin merminin düştüğü Çanakkale Zaferi'nin kazanıldığı tarihî savaş alanları sizde. Çocuklarınızın ve gençlerinizin şoke olması için yeter de artar bile. Dünyanın en gelişmiş ve güçlü ordularına karşı Türkler olmazları olduruyor ve bütün dünyayı hayretler içerisinde bırakan bir zafer kazanıyorlar. İşte sadece bu olay, bu bölge ve bu zafer dahi gençlerinizin milli şuur kazanmalarına yetecek örneklerle doludur. Bu sebeple gençlerinizi Çanakkale'ye götürüp gezdirmelisiniz. Bölgeyi bilerek gezmeli, atalarının ne olmazları başardığını gururla görmeli, iftiharla öğrenmelidirler.
Daha sonra onlara demelisiniz ki:
—Sizler de birlik beraberlik içinde çalışmazsanız, düşmanlarınız yine gelirler, Çanakkale'yi işgal etmeye kalkışırlar, yurdunuzda özgür yaşamayı size layık görmezler... Ama çalışır, teknolojiyi yakalarsanız, ülkenizi kalkındırır, ilerleyen ülke haline getirirseniz, düşmanlarınızın sizi etkileri altına alma cesaretleri yok olur. Özgürlüğünüzü korursunuz..
İki büklüm değil, başınız dimdik yaşarsınız.
ARKADAŞLIK
Kötü karakterli bir genç varmış. Bir gün babası ona çivilerle dolu bir torba vermiş.
"Arkadaşlarınla tartışıp, kavga ettiğin her zaman bu tahtaya bir çivi çak" demiş.
Genç, ilk gün tahtaya 37 çivi çakmış. Sonraki haftalarda kendi kendini kontrol etmeye çalışmış ve geçen her gün daha az çivi çakmış.
Nihayet bir gün gelmiş ki hiç çivi çakmamış. Babasına gidip söylemiş.
Babası onu yeniden tahtanın önüne götürmüş. Gence "Bugünden başlayarak tartışmayıp kavga etmediğin her gün için tahtadan bir çivi çıkar sök" demiş.
Günler geçmiş. Bir gün gelmiş ki her çivi çıkarılmış. Babası ona "Aferin iyi davrandın ama bu tahtaya dikkatli bak. Çok delik var. Artık geçmişteki gibi güzel olmayacak" demiş.
Arkadaşlarla tartışılıp kavga edildiği zaman kötü kelimeler söylenilir. Her kötü kelime bir yara (delik) bırakır. Arkadaşına bin defa kendisini affettiğini söyleyebilirsin, ama bu delik aynen kalacak kapanmayacak.
Bir arkadaş ender bulunan bir mücevher gibidir. Seni güldürür, yüreklendirir, ihtiyaç duyduğunda sana yardımcı olur, seni dinler ve sana yüreğini açar" demiş.
..........................................................................................................................................................................................................
|