Haber 7 yazarı Ahmet Anaplı, CumhurbaşkanıErdoğan'ın sözleriyle son günlerin en tartışmalı konusu haline gelen Lozan Antlaşmasının ayrıntılarını kaleme aldı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "1920’de Sevr’i gösterip, 1923’te Lozan’a bizi razı ettiler. Birileri de bize Lozan’ı zafer diye yutturmaya çalıştı." sözleri bazı kesimler tarafından sert dille eleştirilirken Mustafa Kemal Atatürk'ün Lozan Antlaşması sonrası kurduğu bir cümle aslında her şeyi özetliyor...
İşte Ahmet Anaplı'nın o yazısı
Geçen yazımızda Lozan’da karşı tarafın delegasyon heyetinin nasıl karşılandığını ve nasıl takdim edildiğini söylemiştim. Şimdi sıra bizim heyetin nasıl karşılandığında…
Aynı ağdalı ve süslü sıfatlarla dolu isimlerinin okunmasını bekliyorsunuz değil mi? Beklemeyin zira durum hiç de öyle olmayacaktır. Şöyle takdim edilir Türk delegasyon heyeti;
…Dış İşleri Bakanı, Edirne Milletvekili İsmet Paşa
…Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanı Doktor Rıza Nur
…Eski Bakan Trabzon Milletvekili Hasan Hüsnü Saka Bey
Bu tür bir acziyetin acaba dünya kelime literatürlerinde mantıklı ve iyimser bir açıklaması var mıdır?... Bu hitap şekli nedense bana Kanuni Sultan Süleyman Han’ın Fransa Kralı Fransuva’ya gönderdiği mektubun başındaki hitap ve taltif cümlelerini hatırlatıyor. Ne demiş koca Süleyman Fransa Kralı’na hitaben;
“…Ben ki sultanlar sultanı, hakanlar hakanı hükümdarlara taç giydiren Allah'ın yeryüzündeki gölgesi. Akdeniz'in ve Karadeniz'in ve Rumeli'nin ve Anadolu'nun ve Azerbaycan'ın ve Şam'ın ve Halep'in ve Mısır'ın ve Mekke ve Medine'nin ve Kudüs'ün ve bütün Arap diyarının ve Yemen'in ve nice memleketlerin sultanı ve padişahı Sultan Bayezid Han oğlu Sultan Selim Han oğlu Sultan Süleyman Han'ım. Sen ki Fransa vilayetinin kralı Fransuva'sın…”
KOMİSYON BAŞKANLIKLARINA TÜRKLER GETİRİLMEDİ
Görüşmelerin başından sonuna kadar oluşturulan komisyonların hiçbirinde Türk heyetinden birine komisyon başkanlığı verilmedi. İngiltere-Fransa ve İtalya komisyon başkanlıklarını sonuna kadar ellerinde tuttular, işin tuhaf olan tarafı ise bu duruma bizimkilerden güçlü bir itirazın gelmemesidir.
BİZİM HEYET ASKER, KARŞI TARAF BÜROKRAT KÖKENLİ İDİ
Müzakereler boyunca dikkat çeken en mühim husus şu idi ki; karşımızda hasım olarak duran devletlerin temsilcilerinin tamamı, siyaset, tarih ve maliye bürokratları iken, bizim heyetimizin başında İsmet İnönü yani bir asker vardı! İngiltere’nin başını çektiği rakip ülkelerin her biri, sanattan eğitime, arkeolojiden, tarihe, ekonomiden belediye hizmetlerine kadar pek çok uzman ve bilim adamı getirmişken bizim heyet başkanları 150 kişilik asker kökenli yaver ve yardımcı getirmişti.
İNGİLTERE’NİN ZOR DURUMDA OLDUĞUNU ANLAMADIK
Tüm bu yan unsurlara rağmen İngiltere, Lozan masasına hakimâne ve tarihi İngiliz küstahlığı ile oturduğunda esasında çok kötü ve yılgın bir vaziyetteydi. Nitekim bu durum İngiliz askerî ve politik arşiv belgeleri ve o günün savaş bakanlığının raporlarında açıkça belirtilmiş ve “içinde bulunduğumuz bu zor durumu çaktırmayın” denmiştir. Bunun yanı sıra İngiliz heyetinin başkanı Lord Curzon Türkiye’nin içinde bulunduğu zor durumu çok iyi okudu ve kullanmayı başardı.
İNGİLİZ İSTİHBARATI TÜRK TELGRAFLARINI DEŞİFRE ETTİ
Görüşmeler boyunca hemen hemen her gün Türk Heyeti gelişmeler hakkında Ankara’yı telgraflarla bilgilendiriyordu. Ve Ankara’dan da cevabî olarak telgraflar geliyordu. Fakat ortada ciddi bir sıkıntı bulunmaktaydı, bu telgraflar daima İngiliz yetkililerince kontrol ediliyor ve bazıları da okunmadan imha ediliyordu… işte biz Lozan’da konuya bu kadar hakim değildik!...
BATI TRAKYA VE TRAKYA SINIRI YUNANLILARIN İSTEDİĞİ GİBİ BELİRLENDİ
Batı Trakya, Lozan Konferansında ilk görüşülen konulardan biri olmuştur. Bu konu, Türkiye’nin Avrupa yakasındaki sınırlarının çizilmesi sırasında ortaya çıkmış ve tartışmalar birinci komisyonun 22 Kasım 1922 tarihli ilk toplantısında başlamıştı. Bu konuda yapılan görüşmelerde pek hazırlıklı olmadığı anlaşılan İsmet Paşa, birinci komisyon başkanı Lord Curzon’un sorularına konuya ve coğrafyaya hâkim olmadığından dolayı verdiği tereddütlü ve erteleyici cevapları nedeniyle çok şey elde edebileceğimiz bir konuda, en azla yetinmemize neden olmuştur. Örneğin Curzon’un, İnönü’ye; “Batı Trakya’ya tamamen sahip olmayı isteyip istemediği” şeklindeki sorusuna İnönü “Kesinlikle böyle bir taleplerinin olmadığını, sadece bölgede halkın oyuna başvurulmasını istediklerini” belirtmiştir
LOZAN’DA NE KAZANDIK NE KAYBETTİK?
1-Lozan'da savaşta kazanmamıza rağmen toprak kaybettik.
2-İngiltere'ye parası peşin verilmiş ama alınamamış gemilerimizi bıraktık.
3-Osmanlı'nın borçlarını üstlendik. Hatta Osmanlı'dan kalma son borcu Turgut Özal ödemiştir. Ama başka ülkelerin bize olan borcunu sildik.
4-Azınlık meselesi karşı tarafın istediği gibi karara bağlandı. Yunanistan’daki Türkler azınlık, Türkiye’deki Yunanlılar ise vatandaş kabul edildi.
5-Yunanistan sınırımız hariç hiçbir ülke ile sınırımız belirlenemedi. Yunanistan sınırı da Yunan tarafının istediği gibi oldu.
6- Boğazlar meselesi Sevr Antlaşmasındaki maddenin aynısı şeklinde kabul edildi.
7- Başta Yunanistan olmak üzere hiçbir ülke elindeki Türk esirlerini vermedi. Türk tarafı da bu esir Türk askerlerinin akıbetlerini sormamayı ama bunun yanısıra elindeki esir askerleri vermeyi kabul etti. Yunanistan’ın Türkiye’ye kendisine iade etmesi için verdiği esir Yunanlı askerler eğer Anadolu’da bulunamazsa onların da neden bulunamadığı öldürüldülerse kim tarafından, ne zaman, niye ve nerede öldürdüğünü de bulup aydınlığa kavuşturma vazifesi tabi ki Türkiye’nindir. Bu sözleşmede şu veya bu şekilde savaş ortamında kaybolan Rumların araştırılmasından ve isim isim tüm kayıp Yunanlıların bulunmasından söz edilirken, Yunanlıların mezalimine uğrayarak kaybolan, mesela Yunan askerlerinin Aydın Karatepe Köyünde camiye doldurularak yaktığı yüzlerce sivil köylüden hiç söz edilmemesi, Yunan iddiasına karşılık Türk heyetinin bu gibi katliamları masaya getirmemesi ve Anadolu coğrafyasının tüm bölgelerinde yaşanan bu tür sivillerin maruz tutulduğu toplu katliamların hesabının sorulmaması gerçekten çok gariptir
Yunanlılar isim isim Anadolu’ya talan, yağma ve binbir çirkinlik yapmak için gelen asker ve vatandaşlarının öldürülmesinin hesabını Türkiye’ye utanmadan, sıkılmadan sorarken, buna karşılık Türk heyetinden bir kişinin bile çıkıp köylerde yapılan binbir çirkinliğin ve toplu yakmaların, katliamların hesabını ne yazık ki kimseye sormamıştır. Bu duruma bir isim vermek gerekirse acaba ne demek gerekir?
8- Türk Hukuk ve İktisat sistemlerinin belli bir süre Avrupalı gözlemcilerin yönetiminde işlemesini Türk tarafı kabul etti.
9-Türk şirketlerine borçlu olan Avrupalı şirketlerin borcu silindi ama Avrupalılara borçlu olan Türk şirketlerinin borçlarının silinmemesi kabul edildi.
10-Suriye’deki Fransız işgali resmen tanındı ve legal hale getirildi.
11-Irak, Kerkük, Musul, Süleymaniye gibi Türk ve Müslüman toprakları üzerindeki İngiliz işgali resmen tanındı ve bu işgal legal hale getirildi.
12- Heyete sonradan Atatürk tarafından baş müşavir sıfatı ile katılan İstanbul
Yahudileri Başhahamı Haim Naum ikili oynadı ve Türk heyetinden aldığı bilgileri karşı tarafa verdi.
13-Görüşmeler esnasında Düşman devletler arasında çatışma ve fikir ayrılıkları çıktı ama Türk tarafı bu durumu lehte kullanamadı “yani masada Abdülhamidin zeka ve siyasetinden eser yoktu.”
14- Hatay göz göre göre Fransa’ya terk edilmiştir.
15- Kıbrıs’taki egemenlik hakkımızdan ebediyen vazgeçildi.
16- Türkiye’de bulunan ve işgal günlerinde İşgal askerlerince el konulan Türk ev ve arazileri üzerinde Türk tarafı hak talep etmemesi kabul edildi.
17- Türk tarafı, Milli Mücadele yıllarında bölücü propaganda yapan Rum Patrikhanesi’ni yurt dışına çıkartmayı başaramadı.
18- Başdanışmanımız Yahudi Haim Naum tarafından İngiltere’ye Hilafeti kaldıracağımıza dair söz verildi.
Sayfamızın bize yaptığı ihtardan dolayı Lozan Hezimeti hakkında verdiğimiz devede kulak denecek kadar küçük olan bu bilgi Lozan’da aldığımız politik mağlubiyetimizin toplu iğnenin ucu nispetinde küçücük bir kısmıdır ve bu netice Başkan İsmet İnönü hariç hiç kimseyi memnun etmemiştir. Atatürk’ü bile…
SONUÇTAN ATATÜRK BİLE MEMNUN KALMADI
Lozan’dan gelen bu vahim netice Mustafa Kemal Atatürk’ü ziyadesiyle rahatsız etmiş ve neticeden memnun kalmamıştır. Nitekim, 1933’te Ankara’ya gelen Amerikalı General Mc. Arthur’a hitaben;
“…Allah nasip eder, ömrüm vefa ederse Musul, Kerkük ve Ege Adalarını geri alacağım. Selanik de dahil Batı Trakya’yı Türkiye Hudutları içine geri katacağım.” cevabını vermiştir.
Görülüyor ki, Lozan’daki yenilgimiz bizzat devrin baş sorumlusu olan Atatürk’ün ağzıyla da vurgulanmaktadır. Lozan’da en büyük yarayı alan Misak-ı Millî, milletimizin gelecek nesillerine bütün İstiklâl şehit ve gazileri gibi Mustafa Kemal’in de rüyası olarak devredilmiştir. Şimdi oturup bir daha düşünelim galip olarak oturduğumuz bu masadan bu kadar taviz vererek kalkan Türk Heyeti için bu durum zafer midir? yoksa hezimet mi?...