SİTE SAYFALARI
ANA SAYFA
SINIF OYUNLARI
ÇOCUK OYUNLARI
EĞİTİCİ OYUNLAR
4 İŞLEM OYUNLARI
EĞİTİM DÖKÜMANLARI
CANLI SATRANÇ OYNA
ZİYARETÇİ DEFTERİ
EĞİTSEL OYUNLAR
HALK OYUNLARI
ONLİNE TESTLER 1
ONLİNE TESTLER 2
ONLİNE TESTLER 3
TV RADYO MÜZİK
FAYDALI LİNKLER
FAYDALI BİLGİLER
ÇOCUK ŞARKILARI
OKUL ŞARKILARI
TGRT BELGESEL
İSLAM İLMİHALİ
HADİSLER - SÖZLER
TEMEL DİNİ BİLGİLER
ONLİNE KUR'AN DİNLE 1
KUR'AN-I KERİM MEALİ
NAMAZ KILMAYANLAR
KUR'AN MUCİZELERİ
NAMAZ VAKİTLERİ
ESMA-ÜL HÜSNA
ANİMASYONLAR
ETKİNLİKLER 1-5
DİLBİLGİSİ - İMLA
ÖĞRETMENLER İÇİN
İNGİLİZCE SINAVLAR
COĞRAFİ BÖLGELERİMİZ
İNGİLİZCE ŞARKILAR
SUNULAR VİDEOLAR
SAĞLIK İLKYARDIM
TRAFİK DEPREM
SESLİ MASALLAR
=> SOSYAL ZENGİNLİKLERİMİZ
=> BİLGELİK HİKAYELERİ
=> EĞİTİCİ ÖYKÜLER
=> GÖRÜNTÜLÜ MASALLAR
=> OSMAN GAZİ'YE ÖĞÜTLER
=> İSLAMİ HİKAYELER 2
=> HİKAYELER - MASALLAR 1
=> HİKAYELER - MASALLAR 2
=> HİKAYELER - MASALLAR 3
=> HİKAYELER - MASALLAR 4
=> HİKAYELER - MASALLAR 5
=> HİKAYELER - MASALLAR 6
=> HİKAYELER - MASALLAR 7
=> HİKAYELER - MASALLAR 8
=> HİKAYELER - MASALLAR 9
=> HİKAYELER - MASALLAR 10
=> HİKAYELER MASALLAR 11
=> GÜMÜŞ GÖZLÜ DEV
=> KELOĞLAN VE SİHİRLİ TAS
=> HERKES ASLINA ÇEKER
=> MAVİ FENER
=> AMAN BENİ ACELE ÇİNE GÖNDER
=> BAŞINI VERMEYEN ŞEHİT
BİLGİ DAMLALARI
LOZAN ANTLAŞMASI
KOMİK BİLMECELER
BELİRLİ GÜNLER
100 TEMEL ESER
SINIFIM-OYUNLAR
TRAFİK İŞARETLERİ
OKULUM KIZILCASÖĞÜT
DERS SİMİLASYONLARI
KARNE GÖRÜŞLERİ
PRATİK BİLGİLER
ÇİZGİ FİLM TV
BİLİM ADAMLARI
FLASH UYGULAMALAR
SAAT GÜNÜN SÖZÜ
FİLM SAHNELERİ
HİKAYELER - MASALLAR 10

SERÇE VE GÖÇMEN KUŞUN HİKAYESİ

İhanetin adı göçmen bir kuşa verilmiş,
Sadakatin adı ise; bir serçeye

Göçmen kuş bütün bahar ve yaz boyunca 
Küçük köyün üstünde uçmuş serçeyle beraber

Küçük sinekleri, kurtları yemişler, 
Kış yağmurlarıyla şaha kalkmış, derelerden su içmişler.

Masmavi gökyüzünde dans etmişler, 
Çiçek açan ağaçlara konup, papatya tarlalarında gezmişler...

Birbirlerine söz vermiş kuşlar; 
Ayrılmayacağız diye.

Ama kış gelmiş,
Göçmen kuş adına yakışanı yapmaya kararlıymış,

Serçe ise her zamanki gibi sadık 
Ama sevgi de yabana atılmaz bir gerçek.

Ayrılık acı, ihanet kötüymüş serçe için 
Yaşamaksa önemli imiş göçmen için.

O, baharların tatlı eğlencesiymiş sadece 
Gel demiş serçeye benle beraber...

Başka bir bahara uçalım. 
Serçe ise burda bekleyelim demiş yeni baharı

Ama kış acımasızdır. demiş göçmen, 
Yaşayamayız burda, aç kalır üşürüz 

Serçe hayır demiş korunuruz kötülüklerinden kışın beraber 
Göçmen inanmamış serçeye hayır demiş gidelim.

Serçe için gitmek nasıl bir ihanetse yaşadığı yere 
Kalmakta aynı şekilde ihanetmiş sevgiliye

Ve karar vermiş sevgiyi seçmiş
Uçacakmış yeni bir bahara... 

Göçmen ve serçe çıkmışlar yola, 
Ama serçe zayıfmış, 
onun kanatları uzun uçuşlar için değil.

Dayanamayacakmış bu yola 
Oysa göçmenin kanatları güçlüymüş

Çünkü o hep kaçarmış kışlardan 
Hep gidermiş zorluklarından kışın yeni baharlara

Bir fırtına yaklaşıyormuş. 
Göçmen hızlı gidiyormuş fırtınadan, yakalanmayacakmış

Ama serçe iyice zayıf kalmış, yavaşlamaya başlamış 
Göçmene duralım demiş artık.

Biraz dinlenelim 
Göçmen itiraz etmiş, fırtına demiş, ölürüz.

Serçe çok fırtına görmüş, kurtuluruz demiş. 
Ama göçmen yürü demiş serçeye 
birazdan okyanuslara varacağız

Serçe sevgisine uymuş ve 
peşinden son bir gayretle gitmiş göçmenin 
Birazdan varmışlar okyanusa 

Kurtuluşuymuş bu büyük deniz 
Göçmen için çok iyi bilirmiş buraları 

Ama serçe ilk kez görüyormuş ve sanki
Gökyüzünden daha büyükmüş bu yeni mavi

Serçe artık dayanamıyormuş,
Son bir sevgi sesiyle seslenmiş göçmene

Artık gidemiyorum.... Göçmen serçeye bakmış,
Bakmış ve devam etmiş........ 

Okyanus çok büyükmüş, serçe ise çok küçük
Serçenin sevgisi de çok büyükmüş ama göçmen çok küçük...

Mavi sularında okyanusun bir minik SADAKAT ...
Yeni bir baharın koynunda koca bir İHANET...

SEVEN ADAMLA PAPATYA

Sevgisiz insan, bir gün şans eseri bir çiçek 
bahçesinde bulmuş kendini, bahçedeki
çiçekleri hiç düşünmeden ilerlemiş bir süre. 
Bir düzlüğün ortasında mola vermiş bir ara. 
Etrafına bakmış bir süre, hiç bir çiçek 
bir şey ifade etmemiş ona. Sonradan yıkılan 
bir ağaç görmüş ve onun yanında bir papatya. 
Papatya kendinden emin, o köşede yıkılan 
ağacın yanında çıkan rüzgara göğüs geriyormuş.
Papatya o kadar güzelmiş ki...Sevgisiz insan 
sevgiyi tanımış. Buna şaşırmış. Alışamamış, 
ne yapması gerektiğini bilememiş. Pek tabii
bildiğini sanmış... Papatyayı sevmiş, okşamış,
rüzgar ona zarar vermesin diye araya girmiş 
oturmuş... Papatya bir süre tekrar dikleşmiş. 
Papatyanın zarar görmesinden öylesine
korkuyormuş ki, böylesi bir güzelliğin sonsuza 
dek sürmesini, o kadar çok istiyormuş ki... 
Papatyanın, ellerine dokunduğu her an, onu
hissettiği her an kendini dünyanın en mutlu 
insanı hissediyormuş... Sevgiyi öğrenen adam, 
gerek papatyayı korumak için gerekse ona olan 
doyumsuzluğundan dolayı papatyayı koparmayı 
ve yanına almayı istemiş. Onu bu bahçeden 
koparmak ona çok doğru gelmiş çünkü, onu 
yanında hep koruyabilecek, sevebilecekmiş. 
Papatyayı hiç düşünmeden çekmiş,
koparmaya çalışmış, papatya buna direnmiş,
direnmiş. Seven adam anlayamamış 
bu direnci, daha da güçle yüklenmiş papatyaya. 
Aklı o zaman neredeymiş, kim bilir... 
Papatya gün geçtikçe solmuş, solmuş...
Adamın gölgesi onu öyle bir kapıyormuş ki, 
soluk almasını engelliyormuş. İşin garibi
adam bunu görsede anlayamıyormuş, 
papatya soldukça üzerine daha çok titriyor,
iyice kapıyormuş güneşini. Sevmeyi yanlış 
öğrenen adam, en sonunda dayanamamış 
ve papatyayı tüm gücüyle kendine çekmiş. 
Tüm dünyaya ne mutlu.. Ve o salak adama 
ne mutlu ki, papatya herşeye rağmen
direnebilmiş gücü kalmasa da. Ama bu
direniş o kadar büyük bir güç gerektirmiş ki, 
o herşeyden çok sevdiği papatya boynu bükük 
kalmış... Seven adam işte o noktada her şeyi
görmüş ve anlamış, yaptığının acısı ona 
öyle bir koymuş ki, sendeleyip yere düşmüş. 
Hayatında tanımadığı acıyı çekmiş adam. 
Hayatta kendini ilk defa haksız, ilk defa 
bencil, ilk defa küçük hissetmiş. Ağlamak
para etmezmiş, üzülmekte. Güneş de 
hemen fayda etmezmiş papatyaya. 
Sevmiş adam, bir çiçeğe nasıl davranması 
gerektiğini görmüş gözündeki perdeler 
kalkınca... Ağlayarak çiçeğin yanında durmuş,
rüzgara karşı kendini siper etmiş yine ama 
çiçeği ne koparmaya çalışmış bir daha, ne de 
üzerinde gölge etmeye... Papatya, tekrar mutlu 
bir şekilde bütün asilliğiyle ve gücüyle dimdik 
ayakta durana kadar bekleyecekmiş öylece, 
yakınında olacakmış çünkü, çiçeğin ona ihtiyacı 
olacağı bir zaman olursa o da o anda çiçeğinin,
papatyasının yanında olacakmış. Seven adam, 
papatya onu bir daha hiç sevmese bile, onu
sonsuza dek sevecekmiş, çiçek isterse uzakta,
çiçek isterse yakında... Çünkü seven adam için
değerli olan tek şey varmış, o da çayırda 
tek başına ayakta durmaya çalışan eşi benzeri
olmayan güzellikteki o tek papatya.

SEVİYORUM TANRIM !

İnanç Tarihi dersimin öğrencilerinden biriydi Tommy. Uzun saçlı, değişik
bir gençti. Sınıfta benimle en çok tartışan öğrenci oydu. Tanrı'ya kayıtsız 
şartsız inanmayı kabullenmiyordu. Mezun olurken bana imalı, imalı;
-"Günün birinde Tanrı'yı bulacağıma inanıyor musun hocam? " dedi. 
-"Hayır" dedim, yavaşça. 
-"Yaaa" dedi. "Oysa senin, bu derste Tanrı'yı pazarladığını sanıyordum 
hocam..." Kapıdan çıkıp gitmek üzereyken arkasından bağırdım: 
-"Tanrı'yı bulabileceğini düşünmüyorum. Ama o seni mutlak bulacak bir gün, 
eminim." Tommy, omuzunu silkip yürüdü... Mezuniyetten sonra izini
kaybetmiştim ki, acı haberi kendisi getirdi bana...Ölümcül kansere 
yakalanmıştı. Odama girdiğinde; zayıflamış, çökmüştü... Kemoterapi, 
o uzun saçlarını dökmüştü... Ama gözleri halâ pırıl pırıldı... 
-"Birkaç haftalık ömrüm kalmış hocam" dedi. 
-"Sana bir şey sorabilir miyim?" dedim. 
-"Tabii" dedi, "Ne öğrenmek istiyorsun?" 
-"Sadece 24 yaşında olmak ve ölmekte olduğunu bilmek nasıl bir şey?" 
-"Daha kötüsü olabilirdi... 50 yaşında olmak, kafayı çekmek, kadınlarla 
beraber olmak ve müthiş paralar kazanmayı, yaşamak, sanmak gibi..."
Sonra niye geldiğini anlattı... "Okulun son günü sana Tanrı'yı bulup 
bulamayacağımı sormuş; "hayır" yanıtını alınca şaşırmıştım. Sonra, 
"ama o seni bulur" dedin... İşte bunu çok düşündüm. Doktorlar 
ciğerimden parça alıp kötü huylu olduğunu söylediklerinde; 
Tanrı'yı aramayı ciddiye aldım birden... Habis ur, diğer hayati 
organlarıma yayılmaya başlayınca, sabahlara kadar dualar etmeye 
başladım... Hiç birşey olmadı. Bir sabah uyandığımda; ilahi bir mesaj 
alma yolundaki umutsuz çabalarımdan vazgeçiverdim aniden. 
Ömrümün geri kalan vaktini; Tanrı, ölümden sonra hayat falan gibi 
şeylerle geçirmeyecektim. Daha önemli şeyler yapma kararı aldım. 
O zaman gene seni düşündüm... "En büyük mutsuzluk, sevgisiz bir hayat 
sürmektir, bundan daha kötüsü de bu dünyadan, sevdiklerine 
"Seni seviyorum" diyemeden gitmektir" demiştin...
Son günlerimi bu eksiği gidermekle harcayacaktım işte... 
En zorundan başladım... Babamdan..." Oğlu yanına geldiğinde; 
babası, gazete okuyormuş.
-"Baba, seninle konuşmam lazım" demiş Tommy. 
-"Peki, konuş oğlum"
-"Yani, çok önemli bir şey..." 
Babası, gazeteyi 10 santim indirmiş o zaman aşağı; 
- "Neymiş o bakalım?"
-"Baba, seni seviyorum. Bunu bilmeni istedim." Tommy, 
gülümsedi, arkasını anlatırken... Babasının elinden yere düşmüş 
gazete... Hayatında hiç yapmadığı iki şeyi yapmış. 
Tommy'ye sarılmış ve ağlamış... Sabaha kadar konuşmuşlar. 
Babası, ertesi sabah işe gitmek zorunda olduğu halde... 
"Annem ve kardeşimle daha kolay oldu" diye devam
etti Tommy... "Onlar da bana sarılıp ağladılar. Yıllardır bana 
söylemedikleri, söyleyemedikleri şeyleri anlattılar. Bütün bunları 
yapmak için bu kadar geç kalmış olmama üzüldüm sadece... 
Ölümün gölgesi üzerime düşünce; kalbimi açıyordum, 
bana, aslında çok daha yakın olması gereken insanlara..." 
Nefes aldı Tommy..." Bir gün baktım, Tanrı, orada... 
Hemen yanıbaşımda duruyor... Ona yalvardığım zaman, 
bana gelmemişti. Onun kendi programı vardı, kendi bildiği gibi 
yapıyordu. Gerçek olan şu ki, haklıydın... 
Ben, onu aramaktan vazgeçtiğim halde, gelip, beni bulmuştu." 
- "Tommy" dedim. "Sandığından çok önemli şeyler söylüyorsun, tüm 
insanlığa... Sen, Tanrı'yı bulmanın en emin yolunu anlatıyorsun. 
Onu, sadece kendine ayırmak, sadece ihtiyaç duyunca aramak 
işe yaramaz... Ama hayatını sevgiye açarsan o, gelir seni bulur. 
Bunu anlatıyorsun farkında mısın?" Devam ettim; "Tommy, bana 
bir iyilik yapar mısın, bunları gelip sınıfımda da anlatabilir misin?" 
Bir gün tespit ettik. Ama Tommy gelemedi o gün... Ölümle hayatı 
sona ermemişti tabii... Şekil değiştirmiş, büyük bir 
adım atmıştı sadece... İnanmaktan, görmeye geçmişti... 
Ölümünden önce son bir defa konuşmuştuk.
-"Söz verdiğim derse gelemeyeceğim, halsiz ve bitkinim hocam" demişti..
-"Anlıyorum Tommy !"
-"Benim yerime onlara sen anlatır mısın hocam, sen anlatır mısın? 
Herkese, bütün dünyaya, benim için anlatır mısın?"
-"Anlatırım Tommy" dedim. "Anlatırım, merak etme!" 

İnsanlara; "Seni seviyorum" demek için, ölümü beklemenize 
gerek yok, şimdi, hemen şimdi başlayabilirsiniz...
Başlayın ki, hayatınız güzelleşsin, zenginleşsin.. 

Hem, şimdi başlamazsanız, 
belki de hiç söyleme şansınız olmayabilir..

 

ŞANSSIZ BİR ADAM

Şanssızlık beni her yerde izliyor, eminim ki, 
doğduğum gün gökyüzünde birkaç kötü yıldız, 
gezegen ya da herhangi bir gök cismi vardı.

Bir süre önce çalışmak için Fransa'da bulunmuş ve dönmüş olan bir
teknisyenle tanıştığımı anımsıyorum; o da şanssız olduğunu söylerdi.

Bu teknisyen birkaç delikanlıyla el ele vemişti: Geceleri arabayla 
dolaşıyorlar dükkanların kepenklerine zincir bağlayarak arabayı çalıştırıyorlar, 
böylece kepenk fırlayarak sarılıyor, onlar da içeri girip eşyaları çalıyorlardı. 

Her neyse, bu teknisyenin göğsünde bir giyotin dövmesi vardı. Üzerinde ise fransızca 
sözcüklerle; İtalyanca'da "hiç şansım yok" anlamına gelen şu yazı yazılıydı: 
"Pas de chance" göğsünün kaslarını hareket ettirdiği zaman giyotinin 
bıçağı gibi görünüyor, teknisyende sonunun böyle biticeğini söylüyordu. 
Gerçekten de, giyotine gitmedi ama beş yıllık hapis cezasına çarptırılmayı başardı. 

Şimdi aynı yazıyı benim de göğsüme yazdırtmam gerekiyor. Çünkü herkes 
benim yaptığımı yapar ama onların işleri iyi giderken benimki ters gider. 
Demek ki şanssızım ve birisi kesinlikle kötülüğümü istiyor,
ya da dünyanın benimle alıp veremediği var.

Başkalarından daha dürüstçe olmasa da her zaman işlerimi dürüst olarak yürütmeye 
çalıştım. Çünkü, bilindiği gibi hepimiz kusurluyuz yalnızca Tanrı kusursuzdur. 

Evlendikten hemen sonra karımım parasıyla bir dükkan açarak ayakkabı 
tamirciliğine başladım ve bir memur mahallesi seçmekle iyi yaptım. Memur olarak
çalıştıkları ve işyerinde iyi görünmek zorunda oldukları için, halktan kişiler olan
bizim gibi yırtık ayakkabıyla gezemezler. Dükkanım, mahallenin tam ortasında, 
içinde en az binlerce memurun oturduğu köhne evlerin arasındaydı.

Aynı caddede, benim tam karşımda başka bir ayakkabı tamircisi vardı. 
Yetmiş yaşlarında ve nereydeyse önünü göremeyen yarı kör bir ihtiyardı. 
Dükkanı açtığım gün benimle kavga etmeye geldi. Baykuş öyle kötü bir 
adamdı ki, karım bana nazardan korunmam için dikkatli olmamı söyledi. 
Bense ona kulak asmamakla iyi etmedim.

Başlangıçta herşey iyi gitti. Başarılıydım, gençtim, cana yakındım, 
çalışırken şarkı söylüyor, patronlarının ayakkabılarını getiren hizmetçilere 
her zaman söyliyecek güzel sözler buluyor ve onlarla şakalaşıyordum. Dükkanım 
artık mahallenin salonu haline gelmişti ve kısa zamanda o kötü ihtiyarın
tüm müşterilerini elinden almıştım. Öfkeleniyordu ama yapacak birşey yoktu 
çünkü ben aramızdaki rekabeti kızıştırmak için daha düşük fiyata çalışıyordum. 

Doğal olarak bir de planım vardı; tüm müşterilerimi avucumum içinde hisseder 
hissetmez onu uyguladım. Bir ayakkabıya kösele taban, diğerine ise kösele taklidi 
olan işlenmemiş bir taban koyarak sırayla yapmaya başladım. Yani birine koyuyor 
diğerine koymuyordum. Daha sonra bu işin farkedilmediğini görerek cesaretlendim ve 
tümüne koymaya başladım. Gerçekte bu tam anlamıyla karton değildi ama savaş
boyunca üretilmiş olan sentetik bir üründü ve yemin ederim ki, köseleden daha da iyiydi. 

Böylece hep neşeli, hep nazik ve keyifli, hevesle çalışarak yeterince kazanmaya
başladım. Herkes beni seviyordu. Bilindiği gibi ihtiyar ayakkabı tamircisi dışında. 

O sıralarda ilk oğlum dünyaya geldi. Aynı günlerde nasıl oldu bilmiyorum, belki de
yağmurdan, ne yazık ki pençe yaptığım ayakabılardan biri açıldı. Müşteri itiraz etmek için 
dükkana geldi. Raslantı eseri tam o günlerde onardığım ayakkabılar açılmaya başladı.

Bu gibi şeylerin nasıl yayıldığı bilinir. Tüm mahallede herkes olayı biribirine anlattı ve 
o günden sonra hiç kimse bana gelmedi. Müşterilerin tümü ihtiyara döndü. O, dükkanın 
camları ardında kendi kendine gülüyor ve kınnapı batırıp çekmekten başka iş yapmıyordu.
Bense toptancının beni dolandırdığını, benim suçum olmadığını açıklayarak bas bas 
bağrıyordum ama kimse bana inanmıyordu. Sonunda; devralacak birini buldum 
ve birkaç kuruşla birlikte oradan çekip gittim.

Ayakkabıcılıkta ısrar etmenin boş olduğunu anlayınca meslek değiştirmeye karar 
verdim. Delikanlılığımda bir sıhhi tesisatçının yanında çalışmıştım, onun için bir
lehimci dükkanı açmayı tasarladım.

Bu kez de herşeyi düşünerek yaptım, kentin merkezinde, su boruları çürük ve tüm
tesisatları yıpranmış olan, tümüyle eski evlerden oluşan bir mahalle seçtim. 
Nemli, güneş görmeyen, tıpkı bir mağaraya benziyen bir sokakta, biri kömürcü diğeri
ütücü olan iki dükkan arasında yer buldum. Birkaç demir, birkaç kurşun boru, birkaç 
lavabo ve musluk aldım ve üzerinde, şu yazıların bulunduğu bir levha yazdırdım: 
"Sıhhi tesisat ve teknik işler bürosu, evlere sevis yapılır, isteğe göre önceden 
fiyat bildirilir." İş, çabucak iyi gitmeye başladı.

O yıl şiddetli bir kış oldu ve kar bile yağdı. O, çürük ve eski 
evlerin tümünde patlıyan borular, sayılamayacak kadar çoktu. Öte yandan iyi bir lehimci
her zaman kolay bulunmadığı için bir banyo ısıtıcısı ya da bir kahve değirmeni bozulunca
halk su tesisatçısına Tanrı'ya güvenir gibi güveniyordu. Suların akmadığı ya da banyolarının 
su bastığı zaman zengilerin bile ne büyük umutsuzluğa kapıldığını bilemezsiniz. Telefon 
ederler, yalvarırlar, sizi göklere çıkarırlar ve zamanı gelince de soluk almadan parayı öderler.

Su tesisatçısı çok gereklidir ve gerçekten de tümünün kibirinden geçilmez, onlarla iyi 
geçinmeyenin vay haline! Söylediğim gibi işlerim hemen iyi gitmeye başladı. Dükkan
küçüktü, karanlıktı, vitrinine bir düzine musluktan başka bir şey koymuyordum 
ama bir çok kişi beni çağırıyordu. Kısa zamanda bütün gün çalışmaya başladım.

Eğer, benimkinin tam karşısına bir başka tesisatçı dükkanı açmamış olsaydı, 
bu kez işlerim kesinlikle pürüzsüz gidecekti. Bu sarışın, ufak tefek, sezsiz, büyük kafalı 
bir gençti. Hemen hemen hiç boynu olmadığı için kafası göğsüne gömülmüştü. 
İlk iş olarak müşterileri elimden almaya koyuldu. Bana zarar vermeye kararlı
göründüğü için; eğer, önlem almazsam başarılı olacağına inandım. 

Bunu düşünürken, aklıma müşterileri elimde tutmama, hatta işimi arttırmama 
yarıyacak iyi bir fikir geldi. Diyelim ki, bir banyo ısıtıcısını yerine yerleştiricektim. 
İngiliz anahtarıyla civata somunlarını sıkıştırarak zaten eski ve yıpranmış olan 
boruyu duvarın içinde kırılacak biçimde burkuyordum. Gece evi su basıyor, müşteri 
beni çağrıyor, ben de duvarı yararak boruyu değiştiriyor ve iş yapmış oluyordum. 

Böylece daha önce onarmış olduğum yerlerde yapmamaya dikkat ederek, bazı
bozukluklar yaratıyordum. Sonunda durumu düzelttim. O sıralarda ikinci 
oğlum doğdu ve derin bir nefes aldım .

Bu kez gerçekten şanssızlığın etkisi dışındaydım. Fakat hiç bir zaman büyük 
söylememek gerek çünkü, yaptığım bozukluklardan biri önüne 
geçemeyeceğim kadar büyüdü. Bir banyo ısıtıcısı dışarı fırladı. Ateş, bir dolaba, 
sonra da tüm daireye sıçradı. Şanssızlık eseri, teknik işlere meraklı olduğu anlaşılan 
bir çocuk, beni izlemişti. Neler çektiğimi anlatamam.Ceza evine girmeme ramak
kaldı. Bu kez de dükkanı kapatarak mahalleden çekip, gitmek zorunda kaldım. 

İnat bu ya, üçüncü kez dükkan açmak istedim. Artık paralar azalmıştı. İki çocuk
bir de yoldakiyle durumumuz pek ümit verici değildi. Kent dışında, mezbaha 
taraflarında fakir halkın otuduğu mahalleye gittim ve ufak bir şilteci dükkanı açtım.

Bu kez fikir karımındı çünkü, kayınpederim de şilteciydi. Bir dikiş makinesi,
birkaç demir somya, birkaç portatif yatak, birkaç top şilte kumaşı ve yün ile at
kılı satın aldım. Zavallı karım, bebek beklemekle birlikte makinede dikiş dikiyor, 
bense yünü tel tarakla taramak gibi daha ağır işler yapıyordum. 

Mahalle çok fakirdi, çok seyrek olarak sipariş geliyordu. Yiyecek yemek bile 
bulamıyorduk. Karıma söylediğim gibi bu kez şanssızlığımı başımızdan savmamız
çok güç olacaktı. Fakat ilkbahara doğru işler iyi gitmeye başladı. 

Fakirler de temiz olmak isterler, fakir aileler de evi temiz tutmak için her türlü 
özveride bulunurlar. İlkbaharda mahalledeki kadınların çoğu şiltelerini yeniletmek için 
bana geldiler. Bu işlerin nasıl yürüdüğü bilinir. Bir ay önce kimse gelmiyordu, şimdi
ise elimi hangi işe atacağımı bilemiyordum.

İşimi yalnız başıma yürütemediğim için yanıma bir çırak aldım. Onyedi yaşında
haylaz bir çoçuktu. Aynı Etopya imparatoru Negus'u andıran esmer derisi ve 
kıvırcık saçları olduğu için ona Negus diyorlardı. O, şilteleri götürmek ya da almak
için dolaşıyor, bense çalışmak için dükkanda kalıyordum.

Bu Negus, çamaşırcılık yapan annesinin baş belasıydı. Onu bir faturayı ödemesi 
için gönderdiğim günlerden birinde geri dönmedi. Futbol maçına ve 
sonra da başka yerlere giderek paraları yemişti. Ama sonunda; dükkana 
gelerek, cüzdanını çaldırdığını söyleyecek kadar yüzsüzlük etti. Ona hırsız
olduğunu söyledim, o da bana kötü sözlerle karşılık verince bir tokat attım ve 
dükkandan kovmak için zor kullanmak zorunda kaldım. 

Bu olay yeni şanssızlığımım başlangıcı oldu. Bu serseri, bir süre önce beş şilteyi
onarırken, bunların birinde tahta kuruları bulduğumu ve onları yok etmek şöyle
dursun diğer dört şiltenin her birine bir çift tahta kurusu koyduğumu, bunu, gelecek 
mevsim, şilteleri yeniden onarılmaya göndermelerini sağlamak için yaptığımı anlatarak
tüm mahalleyi gezdi. Doğruydu ama bir işi becermek için elden gelen yapılmalı. 

Herkes öyle yapıyor ama benimkinin öğrenilmesi için şanssız olmam gerekiyormuş.
Kısacası, neredeyse bir ayaklanma oldu. Kadınlar dükkanda etrafımı çevirerek beni 
dövmek istediler. Sonunda polis memuru bile geldi ve benden kuşkulandı. Bu kez son oldu. 
Dikiş makinasını ve birkaç eşyayı sattım. Geceleyin hırsız gibi sessiz sedasız gittim.

Şimdi soruyorum: Benden daha şanssızı var mıdır? Dürüst ve huzurlu çalışmak 
istiyordum. Dahası, birçok kişinin yaptığından çok değil ama işe biraz da ustalığımı
katıyordum. Kısacası iyi bir işçi olmak istiyordum oysa, işsizdim işte. 
Hiç olmazsa biraz param olsaydı meyhane açardım. Madem ki, 
şaraba su katıldığını herkes biliyor, belki bu işi kıvırırdım. 

Artık param yok, çırak olmak zorunda kalacağım. Oysa, bilindiği gibi maaşlı 
çalışan açlıktan ölür. Gerçekten çok şanssız, hatta nazara gelen biriyim. 
Karım, cüzdanıma bir aziz resmi dikti, üzerimde ise sayısız nazarlık 
taşıyorum. Sonra evin kapısına da tüm çivileriyle birlikte bir at nalı astım. 
Ama yine de şanssızım, şanssız yaşadım, şanssız ölüceğim.

Kötülüğümü istiyen kişiyi öğrenmek için gittiğim falcı, elimi görür görmez ellerini 
gökyüzüne kaldırdı ve bağırdı: "Oh! ne görüyorum, ne görüyorum". Beni bir korku 
aldı ve ne gördüğünü sordum. Yanıtladı: "Oğlum siyah mı siyah bir yıdız...
Herkes senin kötülüğünü istiyor". "Eee öyleyse?" diye sordum.
"Öyleyse cesur ol ve Tanrı'ya inan" dedi. "Fakat 
ben" diye itiraz ettim, "Ben her zaman görevimi yaptım".

O, "Oğlum çok kişi senin kötülüğünü istiyor...Böyle olunca görevini yapman
neye yarar? Yalnızca rahat bir vicdana sahip ol". 
O zaman yanıtladım:
"Vicdanımın şimdiki gibi rahat olması bana yeter.
Gerisi beni ilgilendirmez".

..........................................................................................................................................................................................................

YÜKSEL UĞURLUOĞLU 03.10.2012
Açılır Menü

Google




Konu Anlatımları

Yazılı Soruları 4-8

HTML KODLARI

DİNİ BİLGİLER





İl İl Türkiye'miz

Matematik Testler

Rüya Tabirleri





OKUL ŞARKILARI

DUYURULAR - LİNKLER
Sayın ziyaretçiler
telif hakkı olan dosyaları lütfen sitemizin ziyaretçi defterine yazınız,dosyalar en kısa sürede siteden kaldırılacaktır.
Şarkıların yasal hak sahipleri talep ettikleri halde, sitesinde bulunan kendilerine ait parçalar derhal yayından kaldırılacaktır..
Linkler
Kızılcasöğüt İlkokulu
Kızılcasöğüt Ortaokulu
Said Alpsoy - Seçimler
3.Dünya Savaşı
Ziyaretçi Defteri
Okul Şarkıları
İlginç Bilgiler
İstiklal Marşı
Saygı Duruşu & İst. Marşı
TGRT FM YAYIN ARŞİVİ

TGRT BELGESEL & TV
HZ.MUHAMMED (SAV)......
ÇİVRİL'İN HAVA DURUMU
RESİMLERİM........ BORSA

BİLGİ YARIŞMASI 1......2..
ÇOCUKLAR İÇİN EĞLENCE.
MÜZİKSİZ İLAHİLER .........
TGRT FM DİNLE
...........................................................
Bugün 61 ziyaretçi (241 klik) burdaydı !

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol